19 Kasım 2016

Paulo Coelho - Simyacı

"Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiye'de de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlâna'nın ünlü Mesnevî'sinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir "klasik" yapıt haline geldi. Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir "nasihatnâme"; "Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın?" gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor.  
Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp, güneşin doğuşunu izlemeye benziyor." (D&R yorumu...)

Birçok kişinin okuduğunu gördüğüm için ve kapağındaki çizimden dolayı bir albenisi vardı kitabın. Alırken hiç tereddüte düşmedim. Kitaba ihtiyacım olmadığı halde almak istedim. Elimdeki son okuduğum kitabın bitmesine yakın aldığım için o kitap biter bitmez okumaya koyuldum. İnce bir kitap. Bir kahve eşliğinde birkaç saatte bitirilebilinir... Konular birbirini takip ediyor, hiçbir kopukluk yaşanmıyor. Kişi kalabalığına da rastlamadım. Hikayenin başkişisi çobanlık yapan Santiago, rüyasında gördüğü bir hazinenin peşine düşüyor ve bu süreçte yaşadıklarını anlatıyor. İnsanın kendi iç dünyasında başa çıkması gereken duyguları, kontrol edebilmeyi öğrenmesi ve yaşadıklarından ders çıkarmayı gösteriyor. Kitap okumayı çok seven ve simyacılıkla ilgilenen çobanımız, eninde sonunda yine çıktığı yere geri dönüyor ama birçok tecrübeyi de hayatına katarak... Diğer okuyanlar bu kitap hakkında ne düşündüler bilmiyorum ama ben bu kitabı okuyarak kendime bir şey kattığıma inanmıyorum. Yazarı küçük düşürmek değil amacım ama tam bi zaman kaybıydı. Beğenenler de mutlaka vardır, saygım var. Bunlar benim naçizane fikirlerim.
Keyifli okumalar. (:

14 Kasım 2016

Parça Kumaş Konya

Selamın aleyküm arkadaşlar. Bu bi bilgilendirme yazısıdır...
Bildiğiniz gibi sene başında Gaziantep Üniversitesi'nden Selçuk Üniversitesi'ne Kurumlar Arası Yatay Geçiş yaptım. Moda Tasarım bölümü okuduğum için sürekli kumaş alma durumundayım ve henüz hiçbir yer bilmediğim için aylarca Konya Tarihi Bedesten'den alışveriş yaptım ve giden parayı size anlatamam. Tamam, kaliteli kumaşlar satılıyor fakat bir öğrencinin alabileceği fiyatın çok üzerinde... Geçtiğimiz günlerde bi arkadaşım bana kiloyla parça kumaş satan bir dükkân tarif etti, bi gidelim bakalım dedik Ramço'yla. Dünya tatlısı bir satıcısı var ve hiç abartısız binlerce kumaş çeşidi... Çok çok kaliteli markaların topunu kullanıp, geriye kalan "kullanılamayacak" parçasını neredeyse yok pahasına satın alıp, kendi kârını da ekleyip satarak geçimini sağlıyor bu abimiz. Aldığınız kumaşın kilosu da 20lira üstelik! Astardan tutun, eteklik / pantolonluk kumaşa, şifondan tutun, gömleklik kumaşa, ceketlik kumaştan tutun, kaşeye kadar her şey mevcut. Benim çok param gitti, sizin gitmesin. 😉
Kumaşa ihtiyacı olan herkes için bu yol tarifim... 
Akbank'ın Mevlana Şubesi, bilindiği üzere Selimiye Caddesi üzerinde, köşede bir dükkân... Bir tarafı caddenin üzerinde, diğer tarafı ise trafiğe kapalı bi avluya bakıyor. Caddedeki tarafından Selimiye Cami'si yönüne doğru yürüyorsunuz. Yaklaşık 100, 150m ileride bankanın hizasında "Faruk Önder Pasajı" var. Pasajın karşısında 'Hilal Ciğerci' var, onu sorarak da bulabilirsiniz pasajı... O pasaja giriyorsunuz. Sağınızdaki ilk dükkân. Aradığınız kumaşı o dükkanda bulamazsanız, bir de üst kata bakın derim. Zira hiç göstermese de; iki katlı bir dükkan...
Keyifli alışverişler.😏

09 Kasım 2016

Kavim - Ahmet Ümit

  İlk Patasana'sını okumuştum Ahmet Ümit'in... Okuyanlar, bilirler. Arkeologların çalışmalarını, çalışmalarda çıkardıkları eserlerin o döneme ait anlatımlarını o kadar güzel tasvir etmiş ki. Uzunca bir süre, seçmem gereken mesleğin arkeologluk olduğunu düşünmüştüm. Tarih bana her zaman çekici gelmiştir çünkü. Yapıları, giyimleri kuşamları, insanların soylarına göre sınıflandırılması... Yani bilimsel kısmı değil... Masalsı kısmı. Efsanevi kısmı. Anlatılan kısmı ya da siz nasıl derseniz... Hikayenin başkişisi Esra'nın hayata tutunmaya çalışması, Patasana'nın tarih kokan tabletleri... Her romanında olduğu gibi bu romanında da içine hapsetmişti beni. Öyle bir şey ki bu, kitabı elinizden bir anlığına olsun bırakmak istemiyorsunuz ve daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, benim için büyük bir yazar olmak bu noktadan geçiyor. 'Sürükleyici ve bağlayıcı kitap yazabilmek...' Ahmet Ümit bu konuda çok yetenekli bir yazar. Belki de ben polisiye romanları sevdiğim için böyle düşünüyorumdur ama eminim böyle düşünen bir ben değilimdir...
Gaziantep Üniversitesi'nde düzenlenen Kitap Fuarı'na söyleşi ve imza gününe katılmak için gelmişti Ahmet Ümit. Bilmem, bilir misiniz; Gaziantepli kendisi. Kaçırmak istemedim böyle güzel bir kitabın yazarını. Ablam telefon ederek, 'Kavim'i de almamı söyledi ve önerisi üzerine aldım. İmzalatmadan gitmek olur muydu? İki kitap için iki buçuk saat sıra bekledim, hiç acımam. O kadar güzel bir deneyim ve sonunda o kadar güzel bir mutluluk olmuştu ki, anlatamam. Daha dün gibi gülüşü...


Kavim'in konusu, Ahmet Ümit, namıdiğer Başkomser Nevzat'ın Beyoğlu Karakolu'nda rastladığı yüzlerce cinayetten herhangi biriymiş gibi geliyor başlarda. Öldürülen adamın göğsüne saplı olan haç kabzalı hançer, cinayetin sebebinin din ya da ırkçılık meselesi olduğunu düşündürüyor. Ama aslında cinayet çözülmeye başlandıkça olayın hiç de öyle olmadığını anlıyorsunuz. Kendi kendinize 'Nasıl yani?', 'Yok canım!', 'Mümkün değil böyle bir şey!' cümlelerini sık sık kurmanıza sebep oluyor. Zaten olaylar o kadar başarılı tasvir ediliyor ki, hikayenin içinde siz de varmışsınız gibi, hatta bir karakter tam da sizmişsiniz gibi oluyorsunuz. Öyle ki, romanın bir kısmında o kadar etkilendim ki Ahmet abi'nin yazdıklarından, hani endişe veya korku duyarsınız da mideniz bulanır ya aynen o şekilde, midem bulandı okurken. Elim ayağım buz kesti. Baya etkisinde kaldım. Belki de yaşananlardan. Hissettirdiklerinden... İnsan en yakınındakini bile tanıyamıyor, güvenemiyorsa nasıl yaşayabilir ki? Defalarca kez soruyorsunuz bu soruyu kendinize. Sırtınızı yasladığınız insan, bi bakıyorsunuz sırtınızdan bıçaklıyor sizi. Gözünüzün içine baka baka yalan söylüyor... Biraz da onu görüyoruz aslında bu romanda. Yıllardır tanıdığımız, bildiğimiz insanı bile aslında tanımıyor olabiliriz. Kaldı ki iki günlük insana güvenelim... Bu arada, laf aramızda Cengiz Müdür her ne kadar yarı katil (Malik'i zaten o öldürmemişti ama başını keserek tuz biber ekti), Can da kesinleşmemiş olsa da seri katil olarak gözükse de, benim suçlu gördüğüm kimse yok. Herkesin kendince bir sebebi var...
Sıradaki, diğer imzalı, kitabım, 'Elveda Güzel Vatanım'
Keyifli okumalar. :)

06 Kasım 2016

Hayvan Çiftliği - George Orwell

 Orwell'ın yazdığı birçok kitaptan çağdaş klasikler arasına girmiş bir kitabı da Hayvan Çiftliği'dir. Öncelikle kitap hakkında birkaç bilgi vereyim... Bu kitabında Orwell, reel sosyalizmin eleştrisini yapmış ve bu eleştri kitabı, dünyada başlıca yergi türünün başyapıtlarından biri sayılmış... Kitaptaki başkişiler, hayvanlardır. Çiftlikte yaşayan hayvanlar, insanların kendini sömürdüğünü öne sürerek başkaldırırlar ve yönetimi ele geçirirler. Yapmak istedikleri şey, bütün hayvanların eşit olmasını sağlamaktır. Aralarında en akıllıları olan domuzun öncülüğünde yaşamaya başlarlar fakat bir süre sonra insanlardan daha acımasız bir diktatör olur... Tarihsel bir gerçeğin işlendiği bu romandaki önder domuzun Stalin olduğu bilinmektedir. Diğer hayvanlar ise bir kişiyi çağrıştırmasa da, bu diktatörlük ortamında olabilecek kişilerdir. Kitabın asıl alt başlığı 'Bir Peri Masalı' olan Hayvan Çiftliği masalsı bir anlatımda yazılmıştır ve her yaştan kitleye uygun olmasına rağmen, küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değil, çarpıcı politik bir taşlamadır.
Kitabın adını bir arkadaşımdan duydum ama daha önce de birkaç yerde de karşılaşmıştım. Konusunun dikkatini çektiğini ve bu kitabın, yazarın diğer kitabı olan 1984 gibi bunun da çok konuşulduğunu söyledi. İki kitabı da almama rağmen, bu kitap daha çok ilgimi çekti. Belki anlatım şekli, belki ambalajı...
Her gün okula giderken neredeyse bir saatim yolda geçiyor ve ben bu vakti boşa harcamak istemediğim için kitap okuyorum. Elimdeki kitap biter bitmez bu kitaba başladım ve sadece üç gün sürdü kitabı bitirmem. Kitabın akıcı olması bir yana, birbirine bağlı olaylar kitabı elinizden bırakmamanıza sebep oluyor ve bence büyük bir yazar olmak bunu başarabilmekten geçiyor...
Kitaptaki hayvanlar, insanların onlara zulmettiğini düşünerek birlik olup başkaldırırlar. Aralarında okuma-yazma bildiğini öne süren domuz onlara öncülük eder ve insanların refah düzeyinde yaşamaya başlar. İnsanların yediği şeyleri yer, insanların rahat yataklarında yatar. İçkiler içer, gününü gün eder. Fakat hayvanlar yine olduğu gibi, olduğu yerde yaşamlarını sürdürürler ve sürekli, zorlu şartlar altında çalışırlar. Domuz ve diğer domuz arkadaşlarının bu refah düzeyi diğer hayvanların zoruna gitmeye başlayınca aralarında sürtüşme çıkar. Bu sürtüşme sonucunda önce önderlik eden domuzu, ardından da ona bilgi sızdırdıkları gerekçesiyle diğer domuzları çiftlikten gönderirler ve yeni bir düzen oluştururlar. Yeni düzenlerinde insanlarla 'savaşlarında' ve başka birkaç sebeplerle kaybettikleri arkadaşları hariç, yaşamlarını sürdürmeye devam ederler. Artık eskisi kadar mutlular mı, onu bile bilmezler. Çünkü o kadar çok şey yaşanmış, o kadar zaman geçmiştir ki, insanlarla oldukları zamanlarda yaşadıklarıyla kıyaslayamazlar. Kendilerini oldukları duruma alıştırabilmek için eski zamanlardan daha iyi durumda olduklarını düşününürler...
Sonuç olarak, olan bir düzene başkaldıranın kurduğu düzende iktidar uğruna kendini kaybetmesiyle hem kurduğu düzeni hem de çevresindekileri nasıl bir bir kaybettiğini rahatça görüyoruz. :)
Eğer hala okumadıysanız, çok şey kaçırıyorsunuz demektir. :) Şimdiden, keyifli okumalar!
Not: öneride bulunan arkadaşım için, teşekkürlerimi bir borç bilirim.

01 Kasım 2016

Elmalı Kurabiye

Geçtiğimiz günlerde okuldaki arkadaşlara bir şey yapmak geldi içimden. Babamlar da memleketten yeni dönmüş, evin içi elma kaynıyor. Hemen elmalı kurabiye fikri çaktı zihnimde:)  Hem yapılışı kolay hem çok lezzetli... Size de vereyim tarifini, yapın bol bol. Yemelere doyamaz insan bunu!
Malzemeler:
  • 1 paket oda sıcaklığında margarin (250 gr),
  • 1 paket kabartma tozu (10 gr),
  • 1 paket vanilya (5 gr),
  • 1 çay bardağı sıvı yağı,
  • 1 çay bardağı yoğurt,
  • 1 su bardağı pudra şekeri,
  • 4-4,5 su bardağı un. 
İçine koyulan harç için:  
  • 2 adet elma
  • 3 yemek kaşığı toz şeker
  • 1 yemek kaşığı tarçın
Servis için:
  • Pudra Şekeri
Yapılışı:
İçi için hazırladığımız elmaları soyup rendeleyelim ve tavaya alalım. Üzerine toz şekeri ilave edip suyunu çekene kadar pişirelim. Sonra tarçını ilave edip iyice karıştıralım ve soğumaya bırakalım...

Hamuru için; bir kaba margarini ve pudra şekerini koyup iyice karıştıralım. Üzerine sıvı yağı, yoğurdu, vanilyayı ve kabartma tozunu ilave edip karıştıralım. Üzerine azar azar unu ilave edip yumuşak kıvamlı bir hamur haline gelesiye kadar yoğuralım. Hamuru 3 parçaya bölelim. Tezgahı çok hafif unladıktan sonra hamurları merdane ile yarım santim inceliğinde olacak şekilde bir yuvarlak açalım ve sekiz dilimli pizza kesilişi yapalım. Hamurun geniş kısmına 1 tatlı kaşığı elmalı harçtan koyalım. Daha sonra rulo şeklinde saralım ve yağlı kağıt serili tepsiye dizelim. Elmalı kurabiyelerimizi önceden ısıtılmış 180° fırında üzerleri hafif pembeleşene kadar pişirelim. Soğuyan kurabiyelerimizin üzerine pudra şekeri serpip, servis yapabiliriz.
Afiyet olsun. :)